Tarih: 25.10.2016 05:54

Toprakkale, Musakâ ve Torunları

Facebook Twitter Linked-in

Yaş ilerledikçe insan gerilere gitmeye mi çalışır? Başka bir deyişle geçmişte mi yaşar? Bu yazıyı ayıp olmasa soru cümleleriyle götüreceğiz. Başka soru cümlesi yazmadan devam etmeye çalışalım.

Sebebini bilemiyorum ama bugünlerde nedense geçmiş hayatım daha çok gözümün önüne geliyor. Mesela geçen akşam balkonda otururken rahmetlik dedem Musakâ?nın konağını hatırladım. Konak dediysem iki katlı bir evdi. Üst katta üç oda önünde ise kocaman bir sofa vardı. Sofa ne demekti?   

Hemen Türk Dil Kurumunun Büyük Sözlüğüne bakalım. Sofa ?a- Evlerin önündeki geniş balkon b-Evlerde oda kapılarının açıldığı genişçe yer, hol? demekmiş. Gerçekten oda kapılarının açıldığı çok geniş balkon diyebiliriz. Gerçi biz sofa derdik.

Toprakkale?de yaz sıcağında sofada yatardık. Tabi cibinlik olmadan hiç yatılır mı? Yoksa sivrisinekler sabaha kadar sizi uyutmaz. Rahmetlik babaannemin de cibinliği vardı. Sahi cibinlik ne demekti? Yine sözlüğe bakalım. Cibinlik ?Sivrisinekten ve başka böceklerden korunmak için yatağın üstüne ve yanlarına gerilen çadır biçiminde tül? imiş.

Konağın hemen önünde birkaç odalı bir yer evi vardı. Odanın birinde bugün şömine diye bildiğimiz bir ocak mevcuttu. Unutmadan aynı ocaktan konağın üst katındaki bir odada da vardı. Yer evinin diğer odası ise tavlarlı idi. Tavlar?

Yine sözlüğe müracaat edelim. Tavlar ?Tahta karyola.? demekmiş. Zaten o oda yerden 50 veya 60 cm yüksekte tamamen tahtayla kaplıydı. Yer evinin hemen yanında ise kışın hayvanların barındığı ahır vardı. 1960lı yılların ilk yarısından bahsediyoruz.

Dedemizin at arabası vardı. Çiftçilik yaparak geçimlerini sağlıyorlardı. En küçük oğlu hariç bütün çocuklarını evlendirmişti. O da zaten okuyordu. Yani çok mütevazı, ortalama bir Türk ailesinin evinden bahsediyorum.

Dedemden bahsederken diğer konuları es geçmeyelim. Su köy meydanındaki tek çeşmeden kullanılırdı. O çeşmenin önü genişçe bir gölet gibiydi. İdare lambası ve gaz lambası aydınlatma araçlarımızdı. Lüks lambası ise ancak misafir geldiğinde yakılırdı.

Nereden nereye? 1965 yılında belediyelik olan Toprakkale nahiyesinde evlerde elektrik yoktu!

Çok ilginçtir insanlar o dönemlerde kendi kendilerine yetiyorlardı. Nasıl mı? Evde çıkrıklar, kirmenler, dokuma tezgâhları, dibek taşları, taştan el değirmenleri vardı. Evlerin önündeki bahçeler ise evin ihtiyacı olan meyve ve sebzeleri sağlamaya yeterdi. O dönemin hayat standardını göz önüne getirelim.

Sabah mutlaka çorba içilir. Öğle ve akşam bulgur ağırlıklı bir beslenme. Çay şimdiki gibi yaygın değildi. Köyde çarık ve kara lastik ayakkabı giyilir. Kara şalvarı unutmayalım. Herkesin zaten bir tane kundurası, pantolonu ve ceketi olurdu. Onları da ancak şehre giderken giyerlerdi.

Sadece bir evde radyo vardı. O da büyük bataryalı, cevizden yapılmış sandık gibi bir şeydi. Radyonun anten görevi gören biri çatıya biri toprağa gömülü telleri vardı. En büyük haber kaynağı gazeteydi. Tabi bizimkiler siyasete ilgiliydiler. Belki de onun için özellikle bir amcamızın cebinde mutlaka katlanmış gazetesi olurdu.

Şimdi bunları niçin anlattım? Ülkemizin gelişmesine paralel olarak tabii ki Toprakkale de gelişti. Köyümüzdeki diğer aileler gibi bizlerde de büyük ilerlemeler oldu. Mesela yukarıda en küçük amcamızın ailede okuyan ilk ve tek kişi olduğunu söylemiştim.

Öğretmen olan o amcamız okul müdürlüğü, İl Kültür Müdürlüğü, İl Milli Eğitim Müdürlüğü, İl Parti Başkanlığı, Milletvekilliği ve Bakanlık yaptı.

1965 yılında babamın çok az oyla kaybettiği Toprakkale Belediye Başkanlığının rövanşını kardeşim 2009 seçimlerinde alarak belediye başkanı oldu.

Köyümüzdeki diğer ailelerde olduğu gibi bizlerden de vali, subay, doktor, öğretmen, savcı vesaire gibi çeşitli meslek sahipleri yetişti. Halimize şükürler olsun.  




Orjinal Habere Git
— HABER SONU —