ANKARA - MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, demokratik açılım konusunda hükümeti sert bir dille eleştirerek, "Terör örgütü ile örtülü mütareke, müzakere ve mutabakat arayışlarına girmek başlı başına bir anayasal suçtur" dedi. MHP Genel Başkanı Bahçeli, milletvekilleriyle yapacağı toplantı öncesi bir basın toplantısı düzenledi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan`ın 23 Temmuz`da `Kürt açılımı için çalışma başlattıklarını` açıkladığını ve bu tarihin üzerinden 68 gün geçtiğini hatırlatan Bahçeli, bu süre içinde yaşanan bölünme modelleri tartışmaları, sınır tanımayan tehdit ve tahrikler, bölücülük manifestoları ve meydan okumaların siyasi tansiyonu yükselttiğini, toplumda çok tehlikeli bir gerilim ortamının oluştuğunu ifade etti. Türkmilletinin bu gelişmelerden son derece huzursuz, tedirgin ve endişeli olduğunu savunan Bahçeli, ``Bölücülüğü siyaset alanına taşıyan Başbakan, Türkiye`nin milli birliğinin temellerine uzaktan kumandalı saatli bir bomba yerleştirmiştir. Başbakan`ın ne pahasına olursa olsun dönüşü olmadığını söylediği yol, Türkiye`yi topyekun kaos ve karmaşa ortamına sürükleyecek kör bir çıkmazın adresidir. Bunun Türkiye`ye bedeli ve faturası korkarız ki çok ağır olacaktır. Bu yolda her bedeli ödemeye hazır olduğunu ifadeeden Başbakan`ın Türkiye`yi ateşe attığını hala idrak edememesi çok vahim bir durumdur. Başbakan`ın hırs ve ihtiraslarına set çekilerek bu gidişatın durdurulması, Türkiye için bir beka meselesi haline gelmiştir" dedi. Başbakan Erdoğan`ın sürecin adını koymakta zorlandığını, her gün yeni ve sahte isimlerle ortaya çıktığını iddia eden Bahçeli, ``Kürt açılımı`` sloganıyla başlatılan sürecin Türk milletinin büyük çoğunluğunun haklı tepkisini çektiğini ifade etti. Bu durum karşısında projenin bölücü niteliğini gizleyecek kılıf arayışına girildiğini ve ``demokratik açılım süreci`` etiketinde karar kılındığını belirten Bahçeli, bunun da tepkileri yatıştırmada yeterli olmaması üzerine ``milli birlik ve bütünlük projesi``,``barış ve kardeşlik projesi`` gibi yedek isimlerle piyasaya sürüldüğünü söyledi. Bu süreçte benimsenen kavramsal yaklaşımı da eleştiren Bahçeli, sorunun teşhisi ve tanımı ile tedavi reçetesinin etnik sorun, etnik açılım ve siyasi çözüm temeline oturtulduğunu, bunun yanlış bir yaklaşım olduğunu ileri sürdü. Bahçeli, projenin bir diğer yanlışının ise bölücü emelleri, Kürt kökenli vatandaşların tümüne genelleştirmesi olduğunu savunarak, yapılan bütün sosyal araştırmaların Kürt kökenli vatandaşların büyük çoğunluğunun terör örgütünün emellerini paylaşmadıklarını gösterdiğini anlattı. Bahçeli, ``Bu kardeşlerimizin Türkiye Cumhuriyeti`nden ayrılmayı arzuladıkları veya azınlık statüsü istediklerini hiç kimse söyleyemeyecektir. Bu gerçekler ortadayken PKK ve maşalarının taleplerinin genelleştirilmesi, PKK`yı bütünbu vatandaşlarımızın sözcüsü olarak görmek ve terör örgütüne geniş tabanlı temsil yetkisi tanımak olacaktır. PKK`nın amaçlarına hizmet edecek olan bu gaflet, her şeyden önce Kürt kökenli kardeşlerimize yapılacak ağır bir hakarettir`` diye konuştu. Sorunun etnik kimlik sorunu olarak tanımlanmasının ``etnik bölücülüğe meşruiyet zemini kazandıracağını`` savunan Bahçeli, şöyle devam etti: "Kamuoyunu aldatmak için demokratik açılım, milli birlik ve kardeşlik projesi gibi sahte veya takma adlar kullanılması bu gerçeği değiştirmeyecektir. Bunun gereklerini yerine getirmemenin, bölücü emellere hizmet edecek bir süreç başlatarak terör örgütü ile örtülü mütareke, müzakere ve mutabakat arayışlarına girmek başlı başına bir anayasal suçtur." "BAŞBAKAN VE ARKADAŞLARININ DÜŞÜNCELERİ, PKK`NIN TALEPLERİYLE BÜYÜK ÖLÇÜDE ÖRTÜŞÜYOR" Başbakan Erdoğan`ın başbakanlığı döneminde bu konudaki söylemlerinin ortada olduğunu ifade eden Bahçeli, ``AK Parti`nin 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonra bir grup bilim adamına hazırlattığı Anayasa değişikliği taslağının ilgili hükümleri de iyi bilinmektedir. Bunlara bakıldığında Başbakan ve arkadaşlarının düşüncelerinin, PKK`nın bu talepleriyle büyük ölçüde örtüştüğü somut bir gerçek olarak karşımıza çıkmaktadır. Başbakan`ın bu konulardaki düşünce ve niyetlerinin anayasamızın çizdiği çerçeve ilebağdaşıp bağdaşmadığının tespiti, `Kürt açılımı` sürecinin siyasi ve hukuki meşruiyetinin değerlendirilmesinde hareket noktası olmak durumundadır. Türkiye Cumhuriyeti`nin milli devlet niteliği, üniter siyasi yapısı ve milli birliğinin dayandığı esaslar Anayasa`mızda açıkça belirlenmiştir. Anayasa`nın `Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür, dili Türkçe`dir` hükmünü vaz eden 3. maddesi, temel çerçeveyi kalın çizgilerle çizmiştir. Bu temel hüküm; devletin kuruluş ilkesinin `çokmilletli` bir yapıya dayanmadığını açıkça ortaya koymuş, hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun bu yönde bir düzenleme yapılmasına kapıyı kesin ve nihai olarak kapatmıştır. Bu durumda Anayasal çerçeve içinde kalınarak Türkiye`de ırk ve dil farklılığı temelinde milli azınlıklar bulunulduğunun savunulması mümkün değildir. Tek millet, tek devlet esasına dayanan üniter yapıda kurulmuş milli devletler de farklı etnik kimliklere hukuki ve siyasi statü tanınarak çok parçalı millet yapısı oluşturulmasına, kişi hakve özgürlüklerinin etnik temelli kolektif haklara dönüştürülmesine ve Türkçe dışındaki dillere ve farklı kültürlere statü kazandırılarak milli azınlık yaratılmasına yer de yoktur, imkan da yoktur. Devletin resmi dili ve eğitim dilinin Türkçe olduğu ilkesi de anadilden başlayarak iki dilli eğitim sistemine geçilmesine manidir. Devletin üniter siyasi yapıda kurulduğu ilkesinin bölgesel otonomi modellerine cevaz vermeyeceği de ortadadır. Bu somut gerçekler karşısında Başbakan ve hükümetinin söylem veeylemleriyle bölünmez bütünlük konusunda Anayasa`nın belirlediği esaslara aykırı hareket ettikleri, bu anlamda Anayasa suçu işledikleri tespitinde bulunulması kaçınılmaz olacaktır.``