Av. Ahmet Salgut


İfade Özgürlüğü Ve Hakaret Suçu


Anayasanın ??Düşünce ve kanaat hürriyeti?? başlıklı 25. maddesine göre ?Herkes, düşünce ve kanaat hürriyetine sahiptir. Her ne sebep ve amaçla olursa olsun kimse, düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamaz; düşünce ve kanaatleri sebebiyle kınanamaz ve suçlanamaz.? Anayasanın ?Düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti?? kenar başlıklı 26. maddesi ise şöyledir: ?Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.?? Anayasanın ile düşünceyi açıklama ve yayma hürriyeti güvence altına alınmıştır. Bu maddelere göre düşünce özgürlüğü, kişinin dilediği düşünce ve kanaate sahip olması, düşünce ve kanaatini açıklamaya zorlanamaması ve sahip olduğu düşünce ve kanaati sebebiyle kınanmaması demektir. Anayasada sadece düşünce ve kanaatler değil, her türlü ifade tarzı, biçimi ve araçları da güvence altına alınmıştır. Zira düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünün kullanımında başvurulabilecek araçlar ?söz, yazı, resim veya başka yollar? olarak ifade edilmiş ve ?başka yollar? ifadesiyle de her türlü ifade aracının anayasal koruma altında olduğu anlatılmak istenmiştir. İfade özgürlüğü, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ?Herkesin düşünce ve anlatım özgürlüğüne hakkı vardır. Bu hak, düşüncelerinden dolayı rahatsız edilmemek, ülke sınırları söz konusu olmaksızın, bilgi ve düşünceleri her yoldan araştırmak, elde etmek ve yaymak hakkını gerekli kılar? şeklindeki anlatımla kabul görmüştür. Anayasanın 90/5. maddesinde yer alan ?Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası anlaşma hükümleri esas alınır.? hükmü uyarınca 19.03.1954 günlü Resmi Gazete`de yayımlanan 10.03.1954 tarih ve 6366 sayılı Yasa ile onaylanmış bulunan ?İnsan Haklarını ve Ana Hürriyetlerini Koruma Sözleşmesi? (AİHS), iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası haline gelmiş, kanun ile milletlerarası hukukta çelişki olduğunda milletlerarası hukukun uygulanacağı belirtilerek, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası anlaşmaların, Anayasa ile Kanunlar arasında bir konumda yer aldığı vurgulanmıştır. Türkiye, AİHS?i imzalayarak Sözleşmede korunan hakları, yetki alanındaki kişilere karşı tanıma ve uygulama yükümlülüğünü kabul etmiştir. Bu yükümlülük nedeniyle Ulusal yargı organları ve idareciler, hakların anlaşılması ve yorumlanmasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını gözetmek ve iç hukuktaki bir yasanın AİHS ve AİHM kararlarıyla çelişmesi durumunda AİHS ve AİHM kararlarıyla oluşan içtihat hukukuna öncelik tanımak zorundadır. Çünkü bu kararlar, bağlayıcı emsal kararlardır, hukuki statüleri emredici hukuki norm kategorisine girer. Sözleşmenin 10. maddesi ifade özgürlüğünü şu şekilde düzenlemiştir: 1.Herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, kanaat özgürlüğü ile kamu otoritelerinin müdahalesi ve ülke sınırları söz konusu olmaksızın haber veya fikir almak ve vermek özgürlüğünü de içerir. Bu madde, devletlerin radyo, televizyon ve sinema işletmelerini bir izin rejimine bağlı tutmalarına engel değildir. 2. Kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler, demokratik bir toplumda, zorunlu tedbirler niteliğinde olarak, ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün veya kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın, başkalarının şöhret ve haklarının korunması, veya yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması için yasayla öngörülen bazı biçim koşullarına, sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanabilir. AİHM?in ifade özgürlüğüne ilişkin kararlarında, İfade özgürlüğünün sözü edilen toplumsal ve bireysel işlevini yerine getirebilmesi için sadece toplumun ve devletin olumlu, doğru ya da zararsız gördüğü ?haber? ve ?düşüncelerin? değil, devletin veya halkın bir bölümünün olumsuz ya da yanlış bulduğu, onları rahatsız eden haber ve düşüncelerin de serbestçe ifade edilebilmesi ve bireylerin bu ifadeler nedeniyle herhangi bir yaptırıma tabi tutulmayacağından emin olmaları gerekir. AİHM ??Ürper ve Diğerleri?? kararında ? ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun temel yapılarından birini oluşturduğunu ve toplumun gelişimi ve bireyin kendini gerçekleştirmesinin koşullarından biri olduğunu hatırlatır? şeklinde değerlendirme yapmıştır. İfade özgürlüğü çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin temeli olup bu özgürlük olmaksızın ?demokratik toplumdan? bahsedilemez. Kamuyu ilgilendiren sorunların kamuya açık olarak tam bir serbestlik içerisinde tartışılabilmesi, şiddeti teşvik eden eylemler hariç bu tartışmanın boyutlarının Devlet organları tarafından maksimuma çıkarılması gerektiği vurgulanmaktadır. (Handyside/Birleşik Krallı Kararı, Jersild ? Danimarka Kararı; Janowski ? Polanya Kararı; Nilsen ve Johnsen ? Norveç Kararı; Perna ? İtalya, Castells / İspanya vb. Kararlar) İfade özgürlüğü konusunda devletin pozitif ve negatif yükümlülükleri bulunmaktadır. Kamu makamları negatif yükümlülük kapsamında Anayasanın 13. ve 26. maddeleri kapsamında zorunlu olmadıkça ifadenin açıklanmasını ve yayılmasını yasaklamamalı ve yaptırımlara tabi tutmamalı; pozitif yükümlülük kapsamında ise ifade özgürlüğünün gerçek ve etkili korunması için gereken tedbirleri almalıdır. (Özgür Gündem/Türkiye Kararı) Sınırlamanın izlenen meşru amaçla orantılı olması bakımından AİHM; Bazen cezaların miktarı bazen de cezanın kendisi bakımından orantılılık ilkesini irdelemiştir. Mahkeme Lingens kararında, bir siyasi kişiyi eleştiren basın mensubuna yaptırımlar uygulanmasının onu, gelecekte bu tür eleştiriler yapmaktan alıkoyacak bir tür sansür niteliğinde olacağını ifade ederek, cezanın kişi üzerinde yapacağı olumsuz etkileri orantısızlık olarak değerlendirmiştir. Mahkeme, ifade özgürlüğü ile ilgili temel içtihatlarından biri olan Castells kararında ise, hükümetin hakim konumu nedeniyle, özellikle rakiplerinin haksız eleştiri ve saldırılarına yanıt vermenin başka imkanları varken ceza davası açma yoluna gitmesinin aşırılık (orantısızlık) olduğuna hükmetmiştir. AİHM`in Türkiye ile ilgili ve Türkiye aleyhine verdiği kararlarda çoğunlukla tartışma konusu müdahaleye verilen cezanın ulaşılması hedeflenen amaç ile orantılı ve demokratik bir toplumda gerekli olmadığı noktasında toplanmaktadır. Pakdemirli kararında mahkeme, Pakdemirli tarafından dönemin Cumhurbaşkanı S. Demirel?e atfen söylenen sözlerin aşırılığını, tarafların eğitim seviyesini ve konumlarını da dikkate alarak kabul etmekle beraber, Colombani ve Diğerleri kararında da belirtilen ilke doğrultusunda Demirel?in salt devlet başkanlığı statüsü dikkate alınarak cezanın yüksek belirlenmesinin izlenen meşru amaçla orantılı olmadığını ortaya koymuştur. Thorgeirson davasında söz konusu edilen makaledeki çok sert kelimelerle polisler ?üniformalı canavarlar ? olarak nitelenmekte, polislerin ve bar fedailerinin zalim bir doğallıkla öğrendiği ve kullandığı kurt kapanı uygulaması sonucunda zihinsel yaşı yeni doğmuş bir bebeğinkine kadar geri giden kişiler benzetmesi yapılmakta polisler hakkında ?kabadayılık etmek, sahtekârlık, kanun dışı tutumlar, boş inançlar, cüretkârlık ve beceriksizlik? gibi ifadeler kullanılarak yapılan açıklamalarda amaç polisin bir reformdan geçirilmesi olduğu için kullanılan dil aşırı görülmemiştir. -Politikacılar daha fazla eleştirilebilir (Lingens/Avusturya Kararı). -Milletvekilleri daha fazla ifade özgürlüğüne sahiptir/ Hükümet daha fazla eleştirilebilir/ Devletin mevcut düzeni sorgulanabilir (Castells/İspanya, Aksoy Türkiye Kararları). -Politik konularda ifade özgürlüğü daha geniştir/ Bir devlet politikasına ciddi eleştiriler getirebilir ve ülkenin bir bölümündeki bir problemin kaynağı veya sorumluları hakkında tek taraflı bir görüş ifade edilebilir (Sürek ve Özdemir/Türkiye Kararı). -Şiddet içermeyen direniş çağrısı yapılabilir. (İncal//Türkiye Kararı) -Tarihi gerçekler, taraflı olarak tanımlanabilir (Arslan/ Türkiye Kararı) -Taraflı düşünce açıklanabilir (Okçuoğlu/Türkiye, Erdoğdu/Türkiye). -İfadelerin sert olması fikrin, halkın bir kesimi aleyhine olumsuz, negatif ve düşmanca bir tavırla ifade edilmesi cezalandırma için tek başına yeterli olmaz (Arslan/Türkiye, Okçuoğlu/Türkiye). -Şiddete başvurma, silahlı direniş veya bir başkaldırının teşviki ve nefret söylemi olmayan kamuoyunun bilgilendirilmesi amacı taşıyan ifadeler mevcut kanunlara ağır eleştiriler getirse de ifade özgürlüğünün korumasından yaralanır. (Aksoy/Türkiye) -Şiddet çağrısı içermeyen akademik çalışma - Fikirler sert, saldırgan veya uygulanan politik ideolojinin eleştirilmesini içerse bile- engellenemez (Başkaya ve Okçuoğlu/Türkiye). -Sert bir üslupla düşünceler açıklanabilir (Ceylan/Türkiye). -Saldırgan ifadeler -Etnik konularla ilgili olarak hükümet politikaları ve güvenlik güçlerinin uygulamalarının eleştirilmesinde- kullanılabilir (Şener/Türkiye). -Fikirler -yetkililere ciddi eleştiriler getirilerek- düşmanca bir üslupla kaleme alınabilir (Polat/Türkiye). -Terör örgütü söylemiyle özdeşleşmeyen -fakat bununla alakalı olarak devlet politikalarının sonuçlarını ve olayın gidişatını resmi görüşten farklı bakış açısıyla ortaya koyan-sosyolojik açıklamalar yapılabilir (Erdoğdu ve İnce/Türkiye). -İfadenin hangi yol ve araçla açıklandığı önemlidir (Karataş/Türkiye). -Olayları farklı perspektiften öğrenme hakkı -İfade spekülasyon ve terör örgütünün siyasi kanat temsilcisinin fikirlerini içerse bile- vardır (Sürek/Türkiye No.4). -İfade özgürlüğünü sağlamak konusunda devletin pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. (Özgür Gündem/Türkiye). 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun ?Hakaret? başlıklı 125. maddesi ise ?1- Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilaf edilerek işlenmesi gerekir. 2- Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur. 3- Hakaret suçunun; a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı, b)Dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından dolayı, c) Kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal sayılan değerlerden bahisle, İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır. (5) Kurul hâlinde çalışan kamu görevlilerine görevlerinden dolayı hakaret edilmesi hâlinde suç, kurulu oluşturan üyelere karşı işlenmiş sayılır. Ancak, bu durumda zincirleme suça ilişkin madde hükümleri uygulanır.? şeklinde düzenlenmiştir. Hakaret suçu açısından, kullanılan ifadenin eleştiri mi hakaret mi olduğu yönünde saptama yapılırken AİHM içtihatlarına uygun olarak ifadenin yöneltildiği sujenin statüsü, toplumdaki yeri gibi hususlar dikkatlice irdelenmelidir. Hukuk sistemimizde hakaret, ceza hukuku anlamında suç, özel hukuk anlamında ise haksız fiil olarak nitelendirilmiş olup tazminat davasına da konu edilebilmektedir. Devletin, bireylerin maddi ve manevi varlığının korunması ile ilgili pozitif yükümlülükleri çerçevesinde şeref ve itibarın korunması hakkı ile ifade özgürlüğünden yararlanma hakkı arasında adil bir denge kurması gerekir (Von Hannover/Almanya (no.2)). Bu denge kurulurken Anayasa kapsamında kanunen öngörülen sınırlı sebeplerle ve meşru amaçlarla, demokratik toplum düzeninin gerekleri gözetilerek, sınırlama amacı ile aracı arasında ölçülü bir dengenin gözetilmesi ve hakkın özüne dokunulmaması gereklidir. Nitekim AİHM, Axel Springer AG/Almanya davasında ifade özgürlüğü ile başkalarının şöhretinin çatışması hâlinde çatışan menfaatlerin dengelenip dengelenmediğini, dolayısıyla müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve orantılı olup olmadığını tespiti kolaylaştıran kriterler geliştirmiştir. Bunlar; a) yazı - ifadelerin kamuoyunu ilgilendiren genel yarara ilişkin bir tartışmaya sağladığı katkı, b) hedef alınan kişinin sosyal kimliği, yazı ve ifadeye kaynak davranışı c) yazının amacı, d) bilginin kaynağı ve doğruluğu e) yayının içeriği, biçimi ve sonuçları f) yaptırımın ağırlığı olarak ifade edilmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında da belirtildiği üzere; hakaret fiilinin cezalandırılmasıyla korunan hukuki değer; kişilerin şeref, haysiyet ve namusu, toplum içerisindeki itibarı, diğer fertler nezdindeki saygınlığı olup bu suçun oluşabilmesi için davranışın kişiyi küçük düşürmeye matuf olarak gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Somut bir fiil ya da olgu isnat etmek veya sövmek şeklindeki seçimlik hareketlerden biri ile gerçekleştirilen eylem, bireyin onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte ise hakaret suçu oluşacaktır. Kamu görevlileri veya sivil vatandaşlara yönelik her türlü ağır eleştiri veya rahatsız edici sözlerin hakaret bağlamında değerlendirilmemesi, sözlerin açıkça, onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnadını veya sövmek fiilini oluşturması gerekmektedir. Hakaret suçu, Anayasanın ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde düzenlenen ifade hürriyetinin sınırlarını oluşturmaktadır. Suçu oluşturan eylem bakımından failin ifade hürriyeti, mağdur yönünden ise onur, şeref ve saygınlığına ilişkin temel kişilik değerleri çatışmaktadır. Demokratik toplumlarda farklı düşüncelerin varlığı, çoğulculuğun oluşması bakımından zorunlu ve vazgeçilmez olduğundan, uyumsuz, rahatsız edici, şok edici düşüncelerin de ifade özgürlüğü kapsamında korunması gerektiği gözden uzak tutulmamalı, türü ne olursa olsun, sosyal, siyasal, hukuki her türlü görüşün açıklanmasının ifade kapsamında yer aldığı unutulmamalıdır. Değerlendirme yapılırken Anayasa?nın ifade özgürlüğüne ilişkin hükümlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)?nin 10. maddesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi AİHM?in bu konudaki içtihatları ışığında yorumlanması doğru olacaktır. TCK 299. madde ile de cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlenmiş olup bu hüküm de şöyledir: ??(1) Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Suçun alenen işlenmesi hâlinde, verilecek ceza altıda biri oranında artırılır. (3) Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması, Adalet Bakanının iznine bağlıdır.?? Bu suçun maddi unsuru da herhangi bir harekettir. Söz konusu hareketler söz, yazı, resim, işaret veya benzeri vasıtalarla gerçekleştirebilir. Maddedeki hakaret terimi TCK`nın 125. maddesine göre belirlenecektir. Bu suçla Cumhurbaşkanlığının fonksiyonları değil, Cumhurbaşkanının şeref varlığı korunmaktadır. Genel hakaret ve sövme suçlarında olduğu gibi, Cumhurbaşkanına hakaret ve sövme suçunun oluşması için de; onun sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı fiil veya sıfatlar isnat veya izafe edilmelidir. Ne tür hareketlerin şeref ve itibarı ihlal edici olduğu, toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenmelidir, bunu tayinde ölçü bireyin özel duyarlılığı değildir, bu itibarla basit bir saygısızlık hakaret ve sövme olarak nitelendirilemez. (Erman S., Hakaret ve Sövme Suçları, s. 80 vd.) Düşünce özgürlüğü ve dolayısıyla eleştiri, demokratik toplumlarda vazgeçilmez bir haktır. Toplumun ilerlemesi ve yararı için zorunludur. İfade özgürlüğü sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bu demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereğidir. Eleştiri de kaynağını bu özgürlükten alır, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertlik suç oluşturmaz, eleştiri övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olması da doğaldır. Bu kapsamda, Cumhurbaşkanlığı makamının da hukuk devletinde diğer anayasal ve yasal kurumların konumu gibi eleştiriye açık olması doğaldır. Bu açıklamalar ışığında değerlendirme yapılırsa gerek TCK 125 hakaret suçu gerekse de TCK 299 cumhurbaşkanına hakaret suçu kapsamında son yıllarda açılan binlerce davaya bakıldığında mahkemeler AİHM kararları ile uyuşmayacak şekilde soruşturmalar açmakta, kararlar vermektedir. Suç olmayan ifadeler nedeniyle soruşturma açılması ile bu maddeler amacının ötesinde kullanılabilmekte ve ifade özgürlüğünü engellemektedir. Bu durumun önüne geçilmesi için de Avrupa Konseyinin de belirttiği gibi hukuk devletinde olmaması gereken, ilgili kişiye fazladan koruma sağlayan 299. madde (Cumhurbaşkanına Hakaret suçu) kaldırılmalı ve 125. madde (Hakaret suçu) de Avrupa hukuk normlarına uygun biçimde yeniden yazılmalıdır. Av. Ahmet SALGUT www.ahmetsalgut.com
  • Salı 13.1 ° / 9.9 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Çarşamba 15.3 ° / 7.6 ° Orta kuvvetli yağmurlu
  • Perşembe 16 ° / 10 ° Orta kuvvetli yağmurlu