Modern demokrasi alanı sahnesi, sadece parti liderlerinin ve ideolojilerin çatışma alanı değil, aynı zamanda vatandaşın somut ihtiyaçlarının, kişisel menfaatlerinin ve şahsiyetinin de belirleyici rol oynadığı karmaşık bir arenadır.Fakat vatandaşın siyasi tercihi, karmaşık ideolojik haritalardan ziyade, gündelik hayatın somut gerçekleri üzerine kuruludur
Vatandaşın siyasi davranışını şekillendiren ilk ve belki de en temel unsur, ihtiyaçlardır. Bu, Maslow'un hiyerarşisinin alt katmanlarında yer alan, hayati ve somut taleplerden oluşur. Vatandaş öncelikle "fizyolojik" ve "güvenlik" ihtiyaçları karşılamak ister.
Vatandaşın en öncelikli sorusu, "Bu ay faturaları nasıl ödeyeceğim?", "Market/Pazar alışverişimin masrafını nasıl karşılayacağım?" sorularıdır. Enflasyon, işsizlik, geçim sıkıntısı doğrudan oy tercihini etkiler. Bir parti ne kadar yüksekten, ulvi hedeflerden bahsederse bahsetsin, vatandaşın cebi boşsa, o söylemler havada kalır. İnsan önce karnının doyacağından, ailesine bakabileceğinden emin olmak ister.
****
"Sokağa çıktığımda canım güvende mi?", "Evim barkım, malım mülküm emniyette mi?", "Ülke savaşın içine sürüklenecek mi?". Bu sorular, vatandaşın kendini güvende hissetme ihtiyacının yansımasıdır. Terör olayları, operasyonlar, toplumsal huzursuzluklar, vatandaşın "güvenlik" tercihini öne çıkarır ve bu konuda kendini en güvende hissettirecek adrese yönelmesine neden olur.
Bir vatandaşın temel gıda, barınma veya istihdam güvencesi tehlike altındaysa, siyasi tercihi büyük ölçüde bu ihtiyaçları en iyi karşılayacağını düşündüğü aktöre yönelir.
Seçmen, kendisine hangi parti veya siyasetçinin daha iyi bir altyapı, daha ucuz faturalar veya daha kaliteli bir kamu hizmeti sunacağını değerlendirir. Artan hayat pahalılığı karşısında bir siyasi oluşumun sunduğu sosyal yardım paketleri veya vergi indirimleri, ideolojilerden bağımsız olarak, acil ihtiyacı olan seçmen için birinci öncelik haline gelebilir. İhtiyaç odaklı siyasal katılım genellikle yüksek beklenti ve yüksek hayal kırıklığı riski taşır. Vaatler yerine gelmediğinde, seçmen desteğini hızla geri çekebilir.
****
İhtiyaçların bir üst basamağında ise menfaat (çıkar) yer alır.Birey, sadece hayatta kalmayı değil, aynı zamanda mevcut durumunu geliştirmeyi ve kişisel kazanımlarını artırmayı hedefler.İhtiyaç biraz daha genel ve hayatiyse, menfaat biraz daha kişiselleştirilmiş ve fırsat odaklıdır. Vatandaş, "Bu siyasi tercihim bana somut olarak ne kazandıracak?" sorusunu sorar.
Menfaat, vatandaşın "devletle olan ilişkisinde" pozisyonunu güçlendirecek, hayat standardını yükseltecek somut adımların peşinden koşmasıdır.
Menfaat odaklı siyasi davranış, vatandaşın bizzat kendisinin, siyasi kararlardan nasıl etkileneceğini düşünmesiyle ilgilidir.Bu davranış, sadece maddi değil, aynı zamanda statü, itibar ve güç gibi manevi kazanımları da içerebilir
Bu yaklaşımda, vatandaş, toplumsal faydadan çok, kendi cebini, kendi yaşam kalitesini doğrudan etkileyecek siyasal çıktıları maksimize etmeye çalışır. Siyasi partiler de, oy depolarını konsolide etmek amacıyla, bu menfaat gruplarına özel teşvikler veya düzenlemeler vaat ederek siyasal pazarlığa girerler. Bu, demokrasilerde kaçınılmaz bir dinamik olmakla birlikte, aşırıya kaçtığında popülizm ve dar grup çıkarlarına hizmet etme riskini de beraberinde getirir.
****
Vatandaşın siyasi tercihi, sadece maddi çıkar veya ihtiyaçla açıklanamayacak kadar karmaşıktır. Burada devreye kimlik, aidiyet, inanç ve değerler girer.
Vatandaşın siyasi davranışı, basit bir hesaplama değil, ihtiyaçların pratikliği, menfaatlerin hırsı ve şahsiyetin derinliği arasında kurulan karmaşık bir dengedir.
Kimi zaman "İşsiz kaldım, önce ekmek derdime çare bulsunlar" diyerek ihtiyaç faktörünü öne çıkarır. Kimi zaman şahsi menfaatine göre makam, unvan, para elde edeceğini planlayarak hareket eder.
Bugün verilen küçük bir çıkar, yarın ödenmesi çok daha zor bir bedel olarak karşımıza çıkabilir. Oy verirken, sadece "bugün bana ne veriyor" değil, "yarın ülkeme ve çocuklarıma ne olacak" sorusunu da sormak gerekmez mi?
Bizler sadece "seçmen" değil, aynı zamanda bu ülkenin sahibiyiz. Siyasetçilerden, bize "vaat edilenleri" değil, yaptıklarının hesabını sorabilmek en temel hakkımız ve görevimizdir. Pasif bir "lütuf bekleyici" değil, aktif ve talepkar bir vatandaş olmalıyız.
Bu noktada, belki de asıl eleştirilmesi gereken, bu insani ihtiyaç ve duyguları sömürerek, vatandaşı kısa vadeli ve bireysel çözümlere mahkum eden, onu daha büyük toplumsal meselelerden uzaklaştıran siyaset anlayışıdır.




