?Oku! Yaradan Rabbinin adı ile oku! O, insanı bir kan pıhtısından yarattı. Oku! İnsana bilmediklerini belleten, kalemle yazmayı öğreten Rabbin en büyük kerem sahibidir.? (Alak,96:1-5)
Evet, yukarıdaki vahiy peygamberimiz Hz. Muhammed`e gelen ilk vahiy.
Cebrail bu sözleri söylediğinde efendimizin cevabı, Ben okuma bilmem ki! olmuştur birkaç defa.
Evet doğrudur efendimiz okuma yazma bilmeyen bir insandır, fakat insanlığın nuru olma şerefi ona bahşedilmiştir.
Günümüze geldiğimizde okuma-yazmayla ilgili durum nedir acaba?
Okur yazar olmak tarihin her döneminde insanoğlu için hayati bir önem arz etmiştir. Bir iddiaya göre köle pazarlarında okur-yazar olanların değeri diğerlerine göre hep yüksek olmuştur.
Dünya üzerinde okur-yazar oranlarının en düşük olduğu bölgeler Güney AsyaArap ülkeleri ve iç Afrika ülkeleridir. Bu bölgelerde okuryazar olmayan nüfus yüzde 40-50`lere kadar varmaktadır. Okuryazarlık oranlarının en yüksek olduğu ülkeler Avrupa ülkeleri ve ErmenistanAzerbaycan, Belarus gibi devletlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti özeline baktığımızda Cumhuriyetin ilk yıllarında okur-yazar oranı yüzde 10 civarında idi. Fakat yapılan harf inkılabı ve tevhidi tedrisat kanunu ile sıfırdan başlanarak bu konuda da bir atılım gerçekleştirilmiştir.
1950-60`lı yıllara gelindiğinde okur-yazar oranımız yüzde 50`yi bulmuştu. 2013 yılı itibariyle bu oran yüzde 95 olarak gerçekleşmiştir. Fakat hala her yüz kişiden 5 tanesinin okur-yazar olmaması acı bir gerçek olarak durmaktadır.
İnsanlık tarihini belki de en eski milleti ve medeniyetine sahip olan Türk milletinin hala okur-yazarlıkta yüzde yüz seviyesine ulaşamamış olması çok övünülecek bir durum olmasa gerektir.
Elbette okur-yazar oranı bir gösterge olsa da insanlarımızın ne okuduğu ve ne kadar okuduğu çok daha önemlidir.
Görünen odur ki oku-yazar oranı artmakta ama "okuma" ve "yazma" oranımız azalmaktadır.
İnsanlarımız daha az okuyorlar ve daha az yazıyorlar.
Dün sahip olunan kütüphane kültürü maalesef ortadan kaybolmaya yüz tutmuş durumdadır. İnsanların bir şeyler öğrenmek için ellerindeki en önemli kaynak kütüphaneler ve kitaplar iken bu durum günümüzde değişime uğramıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında hiç şüphesiz iletişim ve bilgi edinme kanallarında yaşanılan hızlı gelişmenin önemli bir etkisi olmuştur.
1980`lerin başına kadar insanların ellerinden kitapları ceplerinden gazeteleri eksik olmazdı. Evet, okunan kitaplar ve gazeteler ideolojik içerikli idiler ama herkes inandığı fikrin temellerini daha iyi öğrenmek böylece diğerlerine öğretmek ve haklılığını savunmak için okuyup bilgi sahibi olmaya çalışıyordu.
Bugün belli bir yaş seviyesindeki insanlarımız hala eski alışanlıklarını devam ettirerek, imkanlar dahilinde okuyorlar ve yazıyorlar.
Gençlerimizde ellerinde birşeylerle sürekli meşguller. Ama bunlar kitaplar veya gazeteler, dergiler değil, cep telefonları. Ellerinden düşürmedikleri bu araçlarla ya müzik dinliyorlar ya da bozuk bir Türkçe ile mesajlaşıyorlar, ya da internette sörf yapıyorlar.
İnsanımız bugün bilgiye çok daha hızlı ve kolay ulaşıyor ama ulaştıkları bu bilginin içeriğinin ne olduğunu bilmiyor ve anlamıyorlar. Çünkü ulaştıkları bilgiyi okumadan, anlamadan kopyala yapıştır mantığı ile yazmayı tercih ediyorlar. Eğitim kurumlarımızda kullanılan kaynak kitapları sadece almak zorunda ise alıyorlar, onları da maalesef okuma zahmetine katlanmıyorlar. Yeni nesil hem insanlardan hem de okuma yazmadan uzak bir nesil olarak yaşıyor.
Benjamin Franklin bu konuda şöyle diyor:
Ölünce unutulmak istemezseniz, ya okumaya değer eser yazın veya yazılmaya değer işler başarın.
Okuyun ve Zenginleşin isimli kitaptan gençlerimize yönelik güzel bir sözle bitirelim;
Asgari okuyan asgari ücrete talim eder.




