Dr. Fahrettin Şanal


“Yazmak, gürültüsüz haykırmaktır”

Yazıma çocukluğumda diye başlayacaktım ama çocukluğum çok eskide kalmış. Gerçi o kadar da eski (!) değil. Tahminen 60 yıl öncesine dönmem lazım.


Yazıma çocukluğumda diye başlayacaktım ama çocukluğum çok eskide kalmış. Gerçi o kadar da eski (!) değil. Tahminen 60 yıl öncesine dönmem lazım. Onun yerine günümüze geleyim. Günümüzde çocuklara sen anneni mi, yoksa babanı mı daha çok seviyorsun, türünden soru soran var mıdır, acaba? Ne saçma soru, değil mi? İnsanı  ikilemde bırakan bir soruyu hiç tasvip etmem.

Etmem ama aynı tür bir soruyu sizlere sormaktan da kendimi alamıyorum! Sizler okumayı mı, yoksa yazmayı mı daha çok seviyorsunuz? Gerçekten hangisi, okuma mı yazma mı, hangisini diğerine tercih edersiniz? Genelde toplumda okuma tavsiyeleri çok yaygındır. Mesela bir televizyon kanalında, her hafta sonu programlarında “Boş çuval dik durmaz. Kitap okuyun çocuklar.” sözü tekrarlanır durur. Bana bu telkin eksik kalıyor gibi gelir. Neden?

Nedenini bir anekdotla anlatayım. Bu hikâyeyi Almanca Öğretmenliği bölümünden bir akademisyenden dinlemiştim. “19. Yüz yıl Bismarck Almanya’sında kadınların  erkeklere göre zihinsel kapasite olarak geri kaldıklarını tespit ederler. Zihinsel den kasıt anlama, akıl yürütme, muhakeme etme, algılama gibi konular, başka bir şey değil. Pekâlâ 19. yüz yıl kadınları, erkeklerden nasıl geri kalabilirler ki? Çok basit kadınlar evde, ev işlerinin sorumluluğu altındalar. Erkekler ise sosyal hayat içerisinde medeniyetin bütün nimetlerinden faydalanıyorlar. Okuma yazma, ticari ve sosyal faaliyetler derken kendilerini geliştirme fırsatı buluyorlar.

Erkekler ve kadınlar arasındaki bu farkı kapatmanın bir yolunu arıyorlar. Sonunda buluyorlar! Nedir o yol? Kadınlar düzenli olarak günlük tutmaya/yazmaya teşvik ediliyorlar. Sonuç bir müddet sonra erkeklerle kadınlar arasındaki bu zihinsel anlama/algılama/ düşünme/ muhakeme etme farkı kapanıyor.” Bu da yazmanın gücünü gösteriyor. Sadece okumak yetmez!

Ben, belki de bu tip çalışmaların etkisi ve kendi tecrübelerime dayanarak İngilizce Öğretmenliği Bölümünde İngilizce Yazma/ Kompozisyon dersine girdiğimde öğrencilerime İngilizce olarak günlük tuttururdum. Tabi hiç üşenmeden düzenli olarak o günlükleri toplar, inceler, eksikleri tamamlamaya, hataları düzeltmeye çalışırdım. İlginçtir sanki öğrenciler sene başından, sene sonuna kadar yazılı olarak kendilerini ifade etmede dev adım atmış olurlardı. Sadece kendilerini ifade etmeleri değil, İngilizcelerini de çok geliştirmiş olurlardı. (Not; Tabii ki, öğrencilerdeki bu gelişmeyi diğer derslerin etkisini göz ardı edip, sadece yazma/kompozisyon dersine bağlamak yanlış olur.) 

Aslında bizim okul yıllarımızda, öğretmenlerimiz genelde yazarak çalışmamızı tavsiye ederlerdi. Niye öyle yaparlardı ki? Yazarak çalışacağım diye ne kadar çok teksir kâğıdı harcamıştım! Çünkü yazarken zihinsel faaliyetler tavan yaparmış! Konuya odaklanıyorsun, düşünüyorsun, en azından soyut kavramları yazıya döküp somutlaştırıyorsun. Dahası bilgini pekiştiriyorsun! 

Bütün bu dediklerime rağmen kendi anadilimizde bile yazmanın zor olduğundan yakınanları sizler de duymuşsunuzdur. Gerçekten hem de Üniversite Mezunu olup derdini anlatabilecek bir dilekçe yazmaktan aciz insanlar görebilirsiniz. Sahi siz bir konuda, mesela dilekçe, hikâye, makale veya kısa mesaj değil de mektup gibi uzun bir yazı yazmayı denediniz mi?

Mektup deyince eskiden mektup yazardık. Mesela ben akşam mektubu yazardım, sabah veya bir gün sonra yazdığım mektubu okuduğumda, beğenmez yeniden yazardım. Yazımda ( coherence and cohesion) tutarlılık ve uyum konusunda eksiklikler ve hatalar bulur, bunları tamamlar ve düzeltirdim. Şimdi de değişen bir şey yok. Yazılarımda uyum ve tutarlılığa dikkat etmeye çalışıyorum. 

Pekâlâ okurken neye dikkat etmeye çalışıyorum? Neyse konuyu fazla dağıtmadan yazımı bitireyim.

Montesquieu’nün “Okumakla üzüntülerimi gideriyorum.” sözünü bilirsiniz. Okumakla üzüntüler gideriliyorsa, yazmakla ne oluyor acaba? Bu soruya cevabı Şair Cahit Zarifoğlu vermiş. Şaire göre “Yazmak dediğimiz dehşetli olayın kolaylaştıran bir yanı da var. Acılarını azaltıyor…”

Ne olacak şimdi? Okumak üzüntüleri gideriyor, yazmak ise acıları azaltıyorsa, ilk paragrafa geri dönüyorum. Hiç sevmediğim (!) ikilem sorusunu soruyorum. Hangi dil becerisini daha çok tercih ediyorsunuz veya seviyorsunuz? Okuyup anlamayı mı, düşünüp yazmayı mı?

  • Pazartesi 33.4 ° / 15.5 ° Güneşli